Üsküp’ün Sessiz Âlimi: Fettah Efendi’yi Anmak

Üsküp’ün Sessiz Âlimi: Fettah Efendi’yi Anmak
"Ölsem beni rahmet ile hiçbir anacak yok
Bir nâdire gitmiş diye hiçbir yanacak yok
Yok çünkü beni andıracak bir eserim yok
Allâme desem kendime abdâl kanacak yok…" [1]

Bu dizeler, hem derin bir iç muhasebenin hem de şairane bir tevazuunun ifadesi. Üsküp’ün Fettah Efendisi, bir ömür boyu ilmin ve edebiyatın izini sürmüş; buna rağmen kendisini “ârif bile olamadım” diyerek yargılayan, “beni andıracak bir eserim yok” diye serzenişte bulunan bir hakikat yolcusu. Fakat biz biliyoruz ki, yaklaşık üç bine yakın beyit kaleme almış bir şairin bu sözleri, sadece bir alçakgönüllülük değil; aynı zamanda zamanın vefasızlığına ve görünmeyen emeklerin ağırlığına tutulmuş bir aynadır.

Fettah Efendi, uzun yıllar boyunca Üsküp’ün mütevazı hafızasında, şehrin yaşlı hafızlarının, mütevellilerinin dilinde yaşamını sürdürdü. Onun çektiği çileleri, sade hayatını, vakur duruşunu bilmeyen bir Üsküplü neredeyse yoktur. Fakat ne hazindir ki, şair olduğu bilinmesine rağmen, şiirlerinin bir araya getirilmesi, yayımlanması ve akademik çevrelerde karşılık bulması çok uzun yıllar almıştır. Kendi yaşadığı dönemde eserlerinin yayımlanamamış olması, hayatındaki birçok talihsizlikten yalnızca biridir.

Bu bağlamda 25–27 Nisan 2025 tarihlerinde Balkan Çalışmaları Vakfı olarak benim de içerisinde bulunduğum bir organizasyon heyeti ile “Balkanların Şairi ve Âlimi: Abdülfettah Rauf” II. Uluslararası Sempozyumu’nu Üsküp’te gerçekleştirmiş olduk. Bu sempozyum yalnızca bir şiir külliyatını gün yüzüne çıkarmakla kalmayarak; aynı zamanda kolektif hafızamıza bir vefa, kültürel mirasımıza bir sahiplenme çağrısıydı. Bu vesile ile Türkiye’nin birçok üniversitesinden edebiyat ve ilahiyat alanlarının önde gelen hocalarını Üsküp’te ağırladık. Ancak bu çağrı yalnızca bizim değil, Fettah Efendi’nin sessizce yaptığı bir davetti. Bu nasipli davete icabet eden kıymetli hocalarımız, üç gün boyunca onun izini sürdüler, şiirlerini konuştular, hayatını anlamlandırdılar. Bugün Fettah Efendi’nin sesi yeniden duyuluyorsa, onun dizeleri artık sadece arşiv sayfalarında değil de kürsülerde yankılanıyorsa, bu bir neslin vefasının ve kültürüne sahip çıkma kararlılığının göstergesi olmuştur. 

Sempozyumun birinci gününde Yunus Emre Enstitüsü Üsküp merkezi sağolsunlar bizleri ve misafirlerimizi ağırladılar. O gün o mekanda, o -nasipli- buluşmada bazı kaynaklarda Yunus Emre hazretlerine addedilen çok önemli bir söz beynimin içinde dönüp dolaştı, evet “nasip gayrete âşıktır” diyordu meşhur dizelerde.  Müthiş bir cümle, ne kadar çok şey anlatıyordu. Bu nasipli bir görüşme idi bunda şüphe yok, bu sempozyumda bir araya gelenler Fettah Efendi sofrasından bir kaşık almaya gelmişlerdi. Kimisi önceden tanımış kimisi sempozyumu duyduktan sonra, fakat tek bir gerçek altında toplanıyordu bütün hikaye, hepsi yolu bir şekilde  Fettah Efendi ile kesişmiş özel davetlilerdi. 

İşte böyle bir atmosferde program ilk olarak Fettah Efendi’nin kabrine ziyaret ile başlamıştı. Ev sahibine verilen selamdan sonra Fettah Efenndi’nin en çok sevdiği yerlerden biri olan Gazi Baba türbesi ziyareti, mübarek Cuma günü Üsküp’te bir Cuma namazı ve ardından başlayan oturumlarla devam eden programın tamamında samimi havayı solumak kaçınılmazdı. 

Şunu eklemek istiyorum ki bu programın yapılması her şeyden önce Balkan Çalışmaları Vakfı başkanı Dr. Sevba Abdula’nın yıllardır inançla, sabırla ve büyük bir gönül bağıyla yürüttüğü emeklerin bir neticesidir. Hikayenin başlangıcı ve verilen mücadeleler sonucunda bugün Üsküp’te bizler böyle bir programa ev sahipliği yapabiliyorduk..

Sözü fazla uzatmadan yazımı tamamlarken, yazımın başında yer verdiğim Fettah Efendi’ye ait serzenişlerin, aradan tam 62 yıl geçtikten sonra yeniden ses bulması, kelimelerin zamanla olan bağını ve hakikatin hiçbir surette kaybolmadığını gösteren bir tecelli olduğunu vurgulamak istiyorum. Bu gecikmiş yankı, aslında ilahi adaletin ve hikmetin en ince örneklerinden biridir. Zira kalpten dökülen her samimi söz, her samimi mücadele, toprağa düşen bir tohum gibidir; kimi zaman hemen filiz verir, kimi zaman ise yıllarca toprak altında sabırla bekler. Ama unutulmaz, kaybolmaz, zayi olmaz. Çünkü Yüce Yaratıcı, insanın iyi niyetle ortaya koyduğu hiçbir emeği boşa çıkarmaz. 

Öyleyse, ne olursa olsun, insan yine de tohum ekmekten geri durmamalıdır. Zira vakti geldiğinde, o tohum hiç beklenmedik bir mevsimde sessizce toprağı yarar; filizlenir, boy verir, dal olur, çiçek olur. Belki de herkesin sustuğu, seslerin tükenip izlerin silindiği bir zamanda -altmış, doksan, hatta yüz yıl sonra- o, kendi hakikatini dile getirir; unutulanın dili, hatırlanmayanın yankısı olur..

[1] Abdülfettah RAUF, “Yine Vatan İçin”, s.28.

Benzer Yazılar

Yorum Yap