Osmanlı döneminde, şairlerin hayat hikâyelerini, bazı şiirlerini ve onlar hakkında bilinen çeşitli bilgileri bir araya getiren eserler bulunmaktaydı. Bu eserler “tezkîretü’ş-şu‘arâ”, yani “şair tezkireleri” olarak bilinmektedir. 15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar Türk edebiyatında birçok örneği kaleme alınmıştır. Tezkire geleneği aslında Çağatay edebiyatında başlamış olup, 15. yüzyılda Ali Şîr Nevâî (ö. 1501) bu geleneğin öncüsü kabul edilmektedir. Onun Mecâlisü’n-Nefâis adlı eseri 1491 yılında yazılmıştır. 16. yüzyıldan itibaren ise bu gelenek Osmanlı edebiyatında yaygınlık kazanmıştır.
Osmanlı’daki ilk örnekler arasında Sehî Bey’in Heşt Behişt (1538), Latifî’nin Tezkiretü’ş-Şuara (1546), Âşık Çelebi’nin Meşairü’ş-Şuara (1568), Hasan Çelebi’nin Tezkiretü’ş-Şuara (1586), Ahdî’nin Gülşen-i Şuara (1564), Beyanî’nin Tezkiretü’ş-Şuara (1597) ve Âlî’nin Künhü’l-Ahbar (1600) adlı eserleri yer almaktadır.
Bu yazıda, 16. yüzyılda Kınalızade Hasan Çelebi tarafından kaleme alınan Tezkîretü’ş-Şu‘arâ adlı eserde yer alan Balkan doğumlu şairler ele alınacaktır. Çalışmanın amacı, söz konusu dönemde hangi Balkan şehirleri ve bölgelerinin eserde yer aldığını, Hasan Çelebi’nin Balkanlı şairlere yaklaşımını ve 16. yüzyılda hangi isimlerin tanındığını ortaya koymaktır.
Hasan Çelebi, dönemin güçlü ilmî ortamında yetişmiş; hayatının farklı dönemlerinde Bursa, Edirne ve İstanbul’da müderrislik yapmıştır.
Kınalızade Hasan Çelebi, 1546’da Bursa’da doğmuştur. İlimle uğraşan bir aileden gelmektedir. Babası Kınalızade Ali Efendi, Osmanlı döneminde hem devlet adamı hem de şair olarak tanınmıştır. Hasan Çelebi, dönemin güçlü ilmî ortamında yetişmiş; hayatının farklı dönemlerinde Bursa, Edirne ve İstanbul’da müderrislik yapmıştır. Daha sonra Halep, Kahire, Edirne ve Bursa’da kadılık görevlerinde bulunmuştur. Ömrünün son yıllarını geçirdiği Mısır’da, 14 Mart 1604 tarihinde vefat etmiştir.
Tezkîretü’ş-Şu‘arâ adlı eseri, 16. yüzyılda yazılmış beşinci tezkire olma özelliğini taşır.
Kınalızade Hasan Çelebi, yalnızca bir tezkire yazarı değil; aynı zamanda şiir, risale, kelam ve fıkıh alanlarında eserler vermiş önemli bir ilim adamıdır. Onun Tezkîretü’ş-Şu‘arâ adlı eseri, 16. yüzyılda yazılmış beşinci tezkire olma özelliğini taşır. Eser, bir mukaddime (önsöz) ile başlamakta ve şairlerin hayat hikâyelerini üç bölüm hâlinde ele almaktadır.
İlk bölümde, Osmanlı’da şairlik yapan padişahlar kronolojik sırayla sunulmaktadır. Bunlar arasında Sultan II. Murad, Avnî mahlasıyla Fatih Sultan Mehmet, Adlî mahlasıyla II. Bayezid, Selîmî mahlasıyla Yavuz Sultan Selim, Muhibbî mahlasıyla Kanunî Sultan Süleyman ve yine Selîmî mahlasıyla Sultan II. Selim yer almaktadır.
İkinci bölümde, kronolojik sırayla şair şehzadeler tanıtılmaktadır: Sultan Korkut, Sultan Cem, Sultan Mustafa, Sultan Mehmed ve Sultan Bayezid-Şahî.
Üçüncü bölümde ise, alfabetik sırayla 15. ve 16. yüzyılda yaşamış 627 şair tanıtılmıştır. Tezkirelerde genellikle şairlerin adı, doğum yeri, ailesi, öğrenimi, mesleği gibi bilgiler yer alır; ayrıca şiirlerinden örnekler de bulunur. Bu bilgiler, yalnızca şairleri tanımamıza değil, aynı zamanda yaşadıkları dönem ve coğrafyayı anlamamıza da yardımcı olmaktadır.
Hasan Çelebi, eserinde şairlerin doğduğu ve yaşadığı yerlerden söz etmekle birlikte, ağır bir dil kullanmıştır. Bu çalışmada ise özellikle Balkan bölgelerinde doğduğu tespit edilen şairler ele alınmaktadır. Hasan Çelebi, eserinde şairleri bölgelere göre ayırmamış; ilk iki bölüm kronolojik, üçüncü bölüm ise alfabetik sıralamaya göre düzenlenmiştir.
O dönemde “Balkanlar” ifadesi pek kullanılmazdı; onun yerine “Rumili” (Rumeli) tabiri vardı. Rumeli, 15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar günümüz Balkan coğrafyasını, ayrıca İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının karşı kıyılarını ifade ediyordu. 19. yüzyıldan sonra “Balkanlar” terimi yaygınlık kazandı.
Bu yazıda, Hasan Çelebi’nin eserinde doğum yeri bugünkü Balkan sınırları içinde kalan şairler listelenmiştir. “Rumili” olarak geçen ancak Balkanlar dışında olduğu tahmin edilen yerler dahil edilmemiştir. Rumeli içindeki yerleri tam olarak belirtilen şairler ayrı olarak ele alınmış; yerleri belirtilmeyenler ise genel “Rumili” başlığı altında toplanmıştır.
Eser incelendiğinde, Balkanlardaki şu bölgelerden şairlerin yer aldığı görülmektedir: Selanik, Manastır, Tırhala, Köstendil, Bosna, Rumeli, Mostar, Niğbolu, Karatova, Tetova (Kalkandelen), Sofya, İştip, Filibe, Rusçuk, Priştine, Prizren, Arnavud, Üsküp, Belgrad, Semendire, Yenipazar, Siroz, Karaferye, Mizistre, Rodos, Vidin ve Yenice-i Vardar. Böylece toplam 27 bölgeye ait şairler bulunmaktadır.
En çok şairin Yenice-i Vardar’dan çıktığı görülmektedir; bu bölgeden tam 13 şair yer almaktadır. Ayrıca Balkan bölgesinden olduğu bilinen ancak doğum yeri kesin olarak belirlenemeyen 6 şair bulunmaktadır. Şairlerin bir kısmı adlarıyla, bir kısmı ise lakap veya mahlaslarıyla anılmaktadır. Bu yazıda, eserde geçen ilk isim esas alınmıştır.
Eserde geçen Balkanlı şairler ve bölgeleri şu şekildedir:
Ayrıca doğum yeri belirtilen ama sadece iki şairin verildiği olan bölgeler:
Doğum yeri sadece bir şairle temsil edilen bölgeler:
Bir de doğum yeri net olmayan, ancak görevlerinden Balkanlı olduğu anlaşılan isimler vardır: Subhî, Fânî, Abdülazîz, Ahmed. Ayrıca Balkanlarda görev yapmış Hayâlî-i Diğer ve Câmî gibi isimler de mevcuttur; ancak bu kişiler başka bölgelerde de görev yapmış ve doğum yerleri kesin olarak bilinmediği için listeye dahil edilmemiştir.
Sonuç olarak, Kınalızade Hasan Çelebi’nin eserinde günümüz Balkan sınırları içinde yer alan 27 bölge tespit edilmiştir. Bu bölgelerden toplam 100 şair çıkmaktadır. Balkanlı olduğu düşünülen ancak yeri belli olmayan 4 şair ile birlikte sayı 104’e ulaşmaktadır. Eserde toplam 640 şair yer almakta; yani neredeyse her altı şairden biri Balkan doğumludur. Bu oran, 15. ve 16. yüzyılda Balkan şairlerinin Türk edebiyatında ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu açıkça göstermektedir. gösteriyor. İncelenen bilgiler bize bir şair tezkiresinin sadece biyografik bir eser değil aynı zamanda döneminin coğrafi bilgilerini de aktaran bir eser olduğunu gösteriyor.
Bu şairlerin eserde geçen şiirlerini ve her birinin hayatına dair diğer bilgileri vermek yazının uzamasına neden olacağı için konuyu burada Balkan şairi Vâlihî adıyla bilinen Üsküplü Kadı-zâde Ahmed Vâlihî Çelebi’nin (v.1599) bir şiiriyle bitirmek istiyorum.
Gam-ı zülfünle siyeh şâle bürinsün yürisün
Sâyeveş ‘ışk eri yanunca sürinsün yürisün
‘Âkıbet çarhına tokınmaz ise seyl-i sirişk
Âsyâbı felegün varsun öginsün yürisün
Günümüz Türkçesiyle:
Saçlarının gamıyla siyah bir şala bürünsün de yürüsün,
Aşk eri gölge gibi (peşinden) yansın, sürüne sürüne yürüsün.
Eğer gözyaşı seli âkıbet çarkını durdurmazsa,
Bırak feleğin değirmeni öğüte öğüte yürüsün.