Doğudan Kaçış – Naim’den Kadare’ye Arnavut Oryantalizmi

Doğudan Kaçış – Naim’den Kadare’ye Arnavut Oryantalizmi

Enis Sulstarova, Tiran Üniversitesi’nde siyaset bilimi ve sosyoloji alanında çalışan bir akademisyendir. Çalışmalarının büyük bir kısmı, Arnavut milliyetçilikleri ve onun farklı dönemlerde “Arnavut oryantalizmi” olarak adlandırdığı konuya odaklanmaktadır. Bu, 19. yüzyılın sonlarındaki sözde “ulusal uyanış” hareketinden çağdaş döneme kadar uzanmaktadır. Kitap, ilk olarak 2006 yılında Arnavutça yayımlanmış olup 2019’daki son baskısıyla birlikte üç kez basılmıştır.

Öncelikle yazar, Edward Said tarafından geliştirilen oryantalizm kavramına ilişkin kendi konumunu ortaya koyar ve “Arnavut oryantalizmi” olarak adlandırdığı olgunun kendine özgü yanlarını belirler. Oryantalizm, başlangıçta doğu toplumlarını, kültürlerini ve dillerini inceleyen bir akademik gelenek olarak anlaşılabilir. Ancak daha geniş bir şekilde, “Doğu ile Batı arasındaki ontolojik ve epistemolojik ayrımı temel alan bir düşünce tarzı”[1] olarak tanımlanabilir. Son olarak, üçüncü bir anlayış, oryantalizmi “Avrupa sömürgeci güçlerinin Doğu’yu egemenlik altına almak amacıyla oluşturduğu kurumsal bütünlük” olarak tanımlar.[2]

Yazar, “Arnavut oryantalizmi”nin Arnavutluk’un sömürge geçmişinin ya da “Doğu” üzerine akademik bir araştırma geleneğinin sonucu olmadığını vurgular.

Sulstarova’ya göre, “Arnavut oryantalistleri” ne akademisyen ne de sömürge yöneticileridir; “aksine, çoğunlukla yazarlar, şairler, gazeteciler, kanaat önderleri ve entelektüellerdir. Bu kişiler, Batı ile Doğu arasındaki ontolojik ayrımı veri olarak kabul eder ve bu ayrımı modern Arnavut kimliğini (yeniden) inşa etme amacıyla sanatsal yaratımlarda, sosyolojik analizlerde veya siyasi söylemlerde bir çıkış noktası olarak kullanır.”

Arnavut oryantalizmi, modern Arnavut’un kültürel temsilini tekelleştirmeye çalışarak Arnavut tarihini sömürgeleştirir. Arnavut oryantalizmini tanımlamaya çalışırsak, bu, Arnavut siyasi ve entelektüel elitlerinin, Arnavut gerçekliklerini Batı ile Doğu arasındaki ayrım temelinde inşa eden modernleştirici bir söylemi olarak tanımlanabilir. Arnavut oryantalizminde, dış oryantalizm (Arnavutluk’a ve Arnavut ulusuna yönelik doğu tehditlerinin algısı) ve iç oryantalizm (Arnavut toplumundaki “oryantal” unsurlara karşı yöneltilen) şeklinde kavramsal bir ayrım yapılmaktadır.

Yazar, 19. yüzyılın sonlarında Arnavut ulusal hareketinin oluşumundan erken post-komünist döneme kadar devlet ve ulusal kimliğin inşasında oryantalist söylemlerin oynadığı rolü tartışır. Sulstarova, 1912 yılında Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığa giden yolun, “despotizm” ve “geri kalmışlık” sembolü olan “Türklere” karşı bir mücadele ile şekillendiğini gösterir.      

Yazar, Naim Frashëri’nin şiirlerinde Arnavutlar ile Türkler arasındaki diyalektiğin nasıl vurgulandığını ve Arnavutların Avrupa medeniyetinin öncü savunucuları olarak sunulduğunu analiz eder. Örneğin, Naim Frashëri şöyle yazar:       
“Arnavutluk olmasaydı,                     
Kör Avrupa’nın tamamını,     
Türkiye ele geçirmiş olurdu,  
Ve kimse kurtaramazdı.”[3]

1912’de Arnavutluk’un bağımsızlığından sonra ve özellikle iki dünya savaşı arasındaki dönemde, entelektüellerin yazılarında temel alınan fikir, Arnavutların Avrupa kimliği olmuştur. Osmanlı’nın beş yüz yıllık “karanlık döneminden” sonra, ilerleme ve modernlik yolunda Avrupa’ya geri dönmeye hazır olacakları düşünülmüştür.

Enis Sulstarova, özellikle iki Arnavut yazarın siyasi teorilerine dayanır. Krist Maloki’nin yazılarına göre, Arnavutların oryantalizminin kökeni yalnızca Osmanlı işgalinde, Türklerin Arnavutlar üzerindeki hakimiyetinde veya onların Müslümanlığa geçişinde aranmamalıdır. Maloki, bunun daha derinlere gittiğini ifade eder: “Bizim oryantalizmimiz, Hristiyanlığın trajik bir armağanıdır; üstelik bu, Avrasya Hristiyanlığının bir armağanıdır.” Maloki, Arnavutların Batı ile Doğu arasında bölünmesini 740 yılına, Arnavut topraklarının Bizans İmparatorluğu’na dahil edildiği döneme dayandırır.

Branko Mercani, Türk milliyetçi ideolojisinden ve özellikle Ziya Gökalp’ten esinlenerek “neo-Arnavutçuluk” hareketinin başlatıcısıdır. Ona göre, mesele sadece Batı’nın taklit edilmesi değildir; Batı kurumlarının “Arnavut ruhuna” uygun hale getirilmesi gerekmektedir ve bu ruh, “oryantalizmin” her izini silmelidir. Mercani, Kemalizmi tercih etmiştir çünkü bunun basit bir “oksidentalizm” taklidi olmadığını, aksine Türk milletinin ruhuna uygun olarak özgün bir modern toplum yaratma çabası olduğunu düşünmüştür.

Kitap, edebi bir figür olan Ali Paşa Tepedelenli gibi gerçek ve Xheladin Bey gibi kurgusal karakterleri de ele alır. Genç yazarlar, Arnavut beyi gibi olumsuz bir karakter yaratırken, Batılı metinlerden alınan doğu despotizmi hakkındaki hazır oryantalist modelleri de kullanmışlardır. Bu sınıfsal iç oryantalizm versiyonuna göre, bey; oryantal, acımasız bir zalim, cahil, yabancılara hizmet eden ve geçmişe bağlı bir figürdür.

Komünist dönemde, Batı Avrupa rejimlerine duyulan küçümseme, o zamana kadar inşa edilen Arnavut ulusal kimliğini sorgulamamıştır. Yazar, Ismail Kadare’nin eserlerini analiz eder ve onun sosyalist gerçekçiliği temsil ettiğini, “yeni Arnavut” figürünü teşvik ettiğini belirtir. Kadare’nin eserleri oldukça siyasi olup, rejimin hakim ideolojilerini ve onun politik yönelimlerindeki değişimleri yansıtmıştır. Böylece, onun çalışmaları, Arnavut oryantalizminin bu değişikliklere ve rejimin çöküşüne nasıl uyum sağladığını mükemmel bir şekilde gösterir: SSCB ile kopuş döneminde ve daha sonra Çin ile kopuşta, Sovyet ve ardından Çin revizyonizmi, Arnavutluk’un özgün Avrupa kimliğini sorgulayan doğu tehditleri olarak şeytanlaştırılmıştır.

Bu dönemde, Osmanlı işgalcisini kötüleyen dış oryantalizm, bey’i ama aynı zamanda imamı ve dervişi de kötüleyen sınıfsal bir iç oryantalizmle birleştirilmiştir. Post-komünist dönemde yazılan eserlerde, bizzat Enver Hoca, Arnavut toplumunun “yeniden oryantalizasyonunu” hedefleyen bir ajan olarak açıkça ya da dolaylı olarak sunulmuştur.

Post-komünist dönemde, yazarın analizine göre, oryantalizm, İslamofobi ve hem iç hem de dış oryantalizm şeklini alır: İç oryantalizm, Arnavutluk’taki Müslüman ve beyaz olmayan nüfusa, Kosova ve Makedonya’ya yönelirken; dış oryantalizm ise daha doğulu, daha “oryantal,” yani daha az Avrupalı olarak görülen ülkelere yönelir. Arnavut İslamofobisi, diğerini doğulu, geri kalmış, Müslüman, geleneksel, ataerkil, yozlaşmış, tiranik, egzotik, fanatik vb. olarak tasavvur eden bir oryantalist çerçeve içinde hareket eder.

Sulstarova, kitabını, Arnavut araştırmalarının Batı ülkelerine kıyasla “gecikmişliğini” vurgulayarak bitirir.

Batıda postkolonyal çalışmaların gelişimi, bu tür bir oryantalist söylemin “aşılmasını” sağlamıştır. Sulstarova, Arnavut entelektüellere, Arnavutlar hakkında Türklere ve Türkiye’ye referans vermeden bir kamusal söylem inşa edip edemeyeceklerini sorgulayan bir eleştiri ve soruyla hitap eder. Yazar, oryantalizmin, Arnavut kültürünü Batı kültürüne entegre etme görevinde entelektüel elitlerin başarısızlıkları için uygun bir günah keçisi olarak kullanıldığını hatırlatır. Batı karşısında bu aşağılık duygusu ne kadar hissedilirse, bu söylem o kadar aşağı olarak görülen doğulu düşmanlar üretir. Yazar, insan deneyiminin çeşitliliğini kucaklamak ve toplumsal bilinci evrensel değerlere ve fikirlere yönlendirmek için eleştirel bir farkındalığa davet eder.


[1] Said, Edward W. (1978). Orientalism. New York: Pantheon Books, p. 31.

[2] Ibid., p. 31

[3] Frashëri N (1995) Vepra Letrare, vëll 1, Tiranë.

Benzer Yazılar

Yorum Yap