2013 yılında, Ukrayna’nın demokratik olarak seçilmiş başkanı iki anlaşma arasında bir seçim yapmak durumundaydı. Bunlardan biri, halkın üzerine ek mali yükümlülükler getiren bir dizi şart (örneğin, kamu hizmetleri fiyatlarının artırılması ve yabancıların arazi satın almasına izin verilmesi) içeren 17 milyar dolarlık bir kredi anlaşmasıdır. Diğeri ise herhangi bir şart içermeyen, 15 milyar dolarlık bir kredi ve doğal gaz ithalatında %33’lük bir indirim sunmaktadır. Başkan, ülkesinin çıkarlarına daha uygun olan anlaşmayı seçti, ancak bu karar, anayasal olarak belirlenmiş azil prosedürüne uyulmaksızın şiddet içeren bir darbeyle görevden alınması için bahane olarak kullanıldı.
Bütün bunlar, Batı tarafından coşkuyla desteklenmişti; çünkü reddedilen anlaşma IMF’den gelmekteydi ve AB ile bir Ortaklık Anlaşması’na bağlıydı, kabul edilen anlaşma ise Rusya Federasyonu’ndan alınmıştı. Ancak Batı sadece alkışlamakla kalmamıştı. Amerika Birleşik Devletleri, darbenin gerçekleşmesinde doğrudan ve açık bir şekilde yer almıştı. Darbe süreci, aynı zamanda Rusça konuşan Ukraynalılara düşman bir Neo-Nazi varlığını da içermektedir. Bu grupların acımasız saldırılarının ardından, ülke bir iç savaşa sürüklenir. Yeni rejim, “terörle mücadele operasyonu” adı altında, ayrılıkçı bölgelerde yaşayan halka karşı toplu cezalandırma yöntemlerine başvurur. Bu insanlar ayrım gözetmeksizin bombalanır, boğucu bir abluka altına alınır ve rejim temsilcileri açıkça, hatta gururla, bu bölgelerdeki çocukların “anaokuluna veya okula gitmeyeceklerini, bodrumlarda kalacaklarını” ilan eder.
Rusya, 2014 yılında birinci Minsk Anlaşması ve 2015 yılında ikinci Minsk Anlaşması ile sonuçlanan müzakereleri başlatır. İkinci anlaşma, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından onaylanmış olup, ateşkes, ağır silahların ve insansız hava araçlarının kullanımının yasaklanması, çatışmaya katılanlar için af ve ayrılıkçı bölgelerin Ukrayna’ya yeniden entegrasyonunu, anayasal reform ve bu bölgelere belirli bir özerklik sağlanması şartıyla öngörmektedir. Ancak Batı, barışçıl bir çözümle ilgilenmemektedir. Batılı müzakereciler, bu anlaşmaların asla uygulanması amaçlanmadığını, yalnızca Ukrayna’ya askeri güçlenme için zaman kazandırmak amacıyla imzalandığını daha sonra açıkça itiraf ederler.
Batı, barışçıl bir çözümle ilgilenmemektedir.
Ayrıca, Ukrayna’ya verilen NATO üyeliği vaatleri, Rusya’yı bir işgale kışkırtmak için bir araç olarak kullanılır. Rusya’nın “Özel Askeri Operasyon” (SMO) adı verilen müdahalesinin ardından, erken müzakere çabaları bir kez daha Batı tarafından, özellikle Boris Johnson tarafından engellenir. Johnson, Ukraynalıların yaşamlarının Rusya’ya karşı bir vekâlet savaşı için kullanıldığını açıkça itiraf eden kişidir. Bugüne kadar, çatışmanın daha da tırmanmasına yönelik bir tutum ve müzakerelerin itibarsızlaştırılmasından başka bir şey görülmemiştir.
Maalesef, uluslararası hukuka yapılan başvuruların da benzer bir amacı olduğu görülmektedir. Bazılarının “yaratıcı hukuk savaşı” (creative lawfare) olarak adlandırdığı bu yaklaşım, Rusya’ya karşı Uluslararası Adalet Divanı’nda (ICJ) açılan iki dava ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (ICC) çıkarılan tutuklama emirlerinden oluşmaktadır. ICJ’deki iki davanın amacı, Ukrayna’ya dondurulmuş Rus varlıklarının fiilen el konulması ve Rusya’ya yönelik daha fazla yaptırım uygulanması için bir araç sağlamak olmuştur. Ancak, ICJ’nin verdiği geçici tedbir kararlarının en azından kısmen siyasi bir yaklaşımdan etkilendiği izlenimi doğsa da, her iki davada da mahkeme nihai kararlarında bu “yaratıcılığın” gerçek hukukla fazla bağlantısız olduğunu tespit etmiş ve Ukrayna neredeyse tüm maddelerde davayı kaybetmiştir.
Ayrıca, Rusya’nın herhangi bir tazminat ödemesi yönünde bir karar da alınmamıştır. Rusya’nın Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi’ni (CERD) ihlal ettiği iddiasına ilişkin davada, ICJ başlangıçta Rusya’nın Kırım’daki Tatar nüfusa yönelik ırk ayrımcılığı teşkil ettiğini değerlendirdiği Meclis yasağını kaldırmasını talep etmiştir. Ancak bu bulgu esas inceleme aşamasında doğrulanmadığı için, Rusya’nın bu talimatı yerine getirmemiş olmasına rağmen herhangi bir yükümlülük kalmamıştır. ICJ, CERD’nin Ukrayna dilinde sunulan eğitimin azaltılması bağlamında ihlal edildiğini tespit etmiş olsa da, yalnızca Rusya’dan Ukrayna etnik kökenine sahip çocuklar ve ebeveynlerinin ihtiyaçlarına ve makul beklentilerine uygun şekilde hareket etmesini istemiştir.
Benzer şekilde, Uluslararası Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Sözleşmesi’nin ihlaliyle ilgili olarak, mahkeme, Ukrayna’nın 2. Madde kapsamındaki suçları işlediği iddia edilen bireyler hakkında Rusya’ya bilgi iletmesine rağmen, Rusya’nın bu bilgilere dayalı yeterince anlamlı bir soruşturma yürütmediğini tespit etmiştir. Ancak mahkeme, Ukrayna’nın talep ettiği diğer hususlardan hiçbirine karar vermeyerek yalnızca Rusya’ya bu tür soruşturmaları yürütmesini talimat vermekle yetinmiştir.
ICJ’deki diğer davada Ukrayna, Rusya’nın işgalinin, Putin’in Donbas’ta bir soykırım yapıldığına dair açıklamalarını “Özel Askeri Operasyon” (SMO) gerekçesi olarak sunmasına dayanarak Soykırım Sözleşmesi’ni ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Ana iddia, Rusya’nın soykırım iddiasını uydurduğu, bu nedenle ayrılıkçı cumhuriyetleri tanımasının ve güç kullanmasının Soykırım Sözleşmesi’nin 1. ve 4. Maddelerini ihlal ettiği yönündeydi. Geçici Tedbirler aşamasında mahkeme, Ukrayna’nın argümanını makul bulmuş ve Rusya’ya işgali durdurmasını emretmiştir. Ancak esasa ilişkin inceleme aşamasında, mahkeme bu yaratıcı yorumun hukuki sınırları fazlasıyla zorladığı sonucuna varmak durumunda kalmıştır.
Uluslararası Adalet Divanı (ICJ) nihayetinde siyasi değerlendirmelere karşı bağışıklığını kanıtlamış olsa da, Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) maalesef aynı bağımsızlığı gösterememiştir.
Uluslararası Adalet Divanı (ICJ) nihayetinde siyasi değerlendirmelere karşı bağışıklığını kanıtlamış olsa da, Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) maalesef aynı bağımsızlığı gösterememiştir. Mahkemenin tarafsızlığı, başlangıçtan itibaren yetersiz finansman nedeniyle engellenmektedir; bu da mahkemeyi, yalnızca finansman sağlanan soruşturmalara yönlendirilme riskiyle karşı karşıya bırakmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri, Mart 2024’te Rus yetkililere karşı tutuklama emirleri çıkana kadar ICC’ye hiç finansman sağlamamış ve Mağdurlar için Güven Fonu’na ve mahkemenin kendisine 5 milyon ABD doları tahsis etmiştir.
Öte yandan, Mahkeme’nin dikkatinin İsrail’e veya doğrudan ABD’ye yöneldiği durumlarda, yaptırımlar, yaptırım tehditleri veya hatta Hollanda’yı işgal etme tehditleri hızla devreye girmektedir. En son olarak, Netanyahu ve Galant’a yönelik tutuklama emirleri talebine ve bu emirlerin çıkarılmasına yanıt olarak gelen yaptırım tehditleri, yalnızca Mahkeme’nin işleyişini aksatmakla kalmayıp, tamamen işlevsiz hale getirme riskini doğurmuştur. Bu durum, bir yıl içinde Mahkeme’nin hâlâ faaliyette olup olmayacağını sorgulayan eleştirileri beraberinde getirmiştir.
Bu bağlamda, ICC Savcısı’nın Filistin’de işlenen suçlara yönelik soruşturmayı mümkün olduğunca geciktirmeye çalışırken, Özel Askeri Operasyon’un (SMO) başlamasından yalnızca dört gün sonra Ukrayna konusunda mümkün olan en hızlı şekilde bir soruşturma başlatacağını duyurması şaşırtıcı değildir. Bu duyurunun ardından 43 devletin desteği gelmiştir. Uluslararası ceza hukuku tarihinin büyük bir kısmında olduğu gibi, bu da tek taraflı bir soruşturma olacaktı ve saldırı suçuyla ilgili yetki alanı bulunmadığından, yine bir “yaratıcılık” yaklaşımına ihtiyaç duyulmuştur.
Uluslararası ceza hukuku tarihinin büyük bir kısmında olduğu gibi, bu da tek taraflı bir soruşturma olacaktı ve saldırı suçuyla ilgili yetki alanı bulunmadığından, yine bir “yaratıcılık” yaklaşımına ihtiyaç duyulmuştur.
Savcının nihayetinde ilhamını, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından sipariş edilen ve açık medya kaynaklarına ve Google Translate çevirilerine dayanan bir rapordan aldığı anlaşılmaktadır. Bu rapor, savaşın harap ettiği bölgelerden gelen çocuklar için Rusya tarafından finanse edilen yaz kamplarını, askeri eğitim verilen yeniden eğitim kampları olarak nitelendirmiştir.
Putin ve Rusya Çocuk Hakları Komiseri Maria Lvova-Belova’ya yönelik iddianamelerin sağlam temellere dayanıp dayanmadığı henüz netlik kazanmamış olsa da, suçlamalara dair çelişkili raporların bulunduğu ve çoğu çocuğun gönüllü olarak teslim edildiği bilinmektedir. Daha da önemlisi, bu tutuklama emirleri, Rusya’yı ve düşmanlıkları sona erdirecek bir diyaloğun oluşmasına yönelik çaba gösteren herkesi daha da şeytanlaştırmak için kullanılmıştır.
Birleşmiş Milletler’in Tutuklama Emirlerine Tabi Kişilerle İletişim Rehberini gerekçe göstererek, BM Genel Sekreteri ve BM Genel Sekreteri’nin Çocuklar ve Silahlı Çatışmalar Özel Temsilcisi, yalnızca Putin ve Lvova-Belova ile konuştuğu için sert bir şekilde eleştirilmiştir.
Özetle, uluslararası hukuk, NATO, üye devletleri ve müttefikleri söz konusu olduğunda en açık ihlal durumlarında neredeyse tamamen görmezden gelinirken, belirlenen baş düşman olan Rusya’ya karşı, çatışmayı uzatmayı ve taraflar arasındaki ayrılığı derinleştirmeyi amaçladığı açık olan abartılı bir hukuki mücadele yürütülmüştür. Bu süreçte, müzakerelerin çok daha olumlu sonuçlar getirebileceği bir aşamada hukuki manevralar tercih edilmiştir.
Öte yandan, Filistin’de on yıllardır süren işgal, apartheid rejimi ve etnik temizlik bağlamında; toprak gasbı hedefinden vazgeçmeyeceği açıkça görülen bir işgalci söz konusu olduğunda, müzakereler hâlâ rutin olarak gündeme getirilerek yasal çözüm yolları engellenmeye çalışılmaktadır.