Batı Trakya ve Kıbrıs’ta yaşayan Türk toplulukları, tarih boyunca farklı medeniyetlerin hakimiyeti altında yaşamışlardır. Osmanlı Devleti’nin her iki bölgeyi fethettikten sonra demografik yapısına uygun adaletli ve hoşgörü esaslı yönetimi, bölgelerde asırlarca barışçıl ve huzurlu bir ortamın oluşmasına olanak verdi. Osmanlı Devleti, zamanla otoritesinde oluşan zayıflık sonucu, toprak kayıplarıyla birlikte Batı Trakya ve Kıbrıs’tan çeşitli sebeplerle ayrılmak zorunda kaldı. Bölgede zorbalıklarla egemen güç haline gelen Yunan rejimlerinin asimilasyon ve ayrımcılık temelli politikalarına maruz kalan Türk nüfusları birtakım zorluklarla mücadele etmek zorunda kaldı. 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması ile Batı Trakya’daki Türk azınlığın dinî, kültürel, dilsel ve eğitsel hakları güvence altına alınmış olmasına rağmen Yunan hükümetleri bu hakları etkili ve bütüncül bir biçimde uygulamamıştır.
Batı Trakya’da “Türk” kimliği tanınmayarak azınlıklar “Müslüman Yunan vatandaşları” olarak kabul edilmiş, Türk adını taşıyan dernekler kapatılmış, anadilde eğitim hakkı kısıtlanmış ve müftü seçimleri devlete bağlanmıştır. Bu politikalar karşısında Dr. Sadık Ahmet, 1980’li yıllardan itibaren hak ihlallerine karşı barışçıl ve demokratik yöntemlerle mücadele etmiş, 1985’te başlattığı imza kampanyası ve 1991’de kurduğu DEB Partisi ile azınlık haklarını Yunanistan ve uluslararası platformlarda savunmuştur.
Çalışmanın diğer bir ayağı olan Kıbrıs Adası’nda ise tarihsel süreç, Osmanlı’dan İngiliz yönetimine ve ardından Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar uzanmıştır. Kıbrıs Türkleri, Enosis hedefi ve EOKA terör hareketleri karşısında kimliklerini ve güvenliklerini korumak için mücadeleye başlamış, 1957’de Rauf Denktaş’ın öncülüğünde kurulan Türk Mukavemet Teşkilatı ile örgütlü bir savunma birlikleri oluşturmuştur. 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki eşitsizlikler ve 1974 darbesi sonrası gelişen çatışmalar sonucunda Türkiye, uluslararası antlaşmalar gereğince garantörlük hakkını kullanarak Türk Silahlı Kuvvetleri aracılığıyla Kıbrıs Barış Harekatı’nı gerçekleştirmiştir.
Bu süreçle birlikte Kıbrıs Türkleri, Geçici Türk Yönetimi, Kıbrıs Otonom Türk Yönetimi ve ardından 1983’te KKTC’nin ilanıyla kendi siyasi varlığını kurumsallaştırmıştır. Rauf Denktaş, hem diplomatik hem de siyasi mücadeleleriyle Kıbrıs Türklerinin haklarını savunmuş ve uluslararası platformlarda Türkiye ve BM nezdinde girişimlerde bulunmuştur. KKTC’nin kurucu cumhurbaşkanı olarak toplumun siyasi temsilini güvence altına almıştır. Her iki lider de kendi coğrafyalarında Türk toplumunun haklarını korumak için farklı yöntemler geliştirmişlerdir ve temel amaçları kimlik, hak ve güvenliğin korunması olmuştur.
Batı Trakya Türkleri, tarih boyunca kimlik ve haklarını korumak için çeşitli demokratik yollarla mücadele etmişlerdir.
Batı Trakya, tarih boyunca Türk nüfusunun yoğun olduğu bir bölgedir ve Osmanlı döneminde Anadolu’dan getirilen Türkler ile İslamlaştırılmıştır. Bu politikalar sayesinde başta Batı Trakya olmak üzere Balkanlar genelinde sosyal uyum sağlanmış, barışçıl ve kalıcı bir Türk-Müslüman varlığı inşa edilmiştir. Yaklaşık 5,5 asırdır devam eden bu sürecin ardından 19. yüzyılın son çeyreğinde yükselen milliyetçi hareketler sonucu, büyük devletlerin müdahaleleri ve Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflayan merkezi otoritesiyle birlikte yeni bir dönüşüm çağı başlamış oldu. 1912-1913 Balkan Savaşları sonucunda Osmanlı İmparatorluğu, Batı Trakya hariç Balkanlar’daki tüm topraklarını kaybetmesiyle birlikte yaklaşık 550 yıllık Osmanlı-Türk egemenliği tamamen sona ermiş oldu.
24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması, kurulan yeni Türk Devleti’ne uluslararası arenada meşruiyet kazandırırken aynı zamanda azınlık hakları alanında da önemli maddelere yer vermiştir. Özellikle antlaşmanın 37-45. maddeleri “Azınlıkların Korunması” başlığı altında taraf devletlere çeşitli sorumluluklar yüklemektedir. Bu maddeler çerçevesinde Türk uyrukları ve diğer tüm vatandaşlara farklı etnik-dil gruplarına yönelik çeşitli haklar tanınmıştır. Antlaşma, din ve vicdan özgürlüğünün yanı sıra sosyal kurum kurma ve yönetme, ana dilde eğitim hakkı, ibadet özgürlüğü, medeni haklardan eşit biçimde yararlanma gibi haklar tanımıştır. Tanınan bu azınlık hakları, Yunanistan ve Türkiye için eşit düzenleyici bağlayıcı hükmündendir fakat uygulama kapsamında değerlendirildiğinde Yunan hükümetlerinin bu yükümlülükleri yerine getirme konusunda ciddi ihmallerde bulunduğu ve sistematik hak ihlallerine yol açtığı görülmektedir.
Kıbrıs Türk toplumu, adadaki siyasi ve toplumsal zorluklara karşı örgütlü direniş ve hak savunusu ile kimlik ve varlığını korumayı sürdürmüştür.
Çalışmanın bir diğer boyutu, Kıbrıs Adası’nda Osmanlı döneminden İngiliz yönetimine ve sonrasında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasına uzanan tarihsel süreci kapsamaktadır. Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının birbirine bağlayarak Doğu-Batı ülkeleri arasında geçit görevi gören Kıbrıs Adası, Akdeniz’de bulunan üçüncü büyük adadır. Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’i kıyılarından geçen bütün ticari ve askeri deniz ulaşımını kontrol altında tutabilecek noktada olması hasebiyle bu bölge, jeopolitik konumu nedeniyle tarih boyunca farklı egemen güçler tarafından işgallere ve yönetimlere maruz kalmıştır.
93 Harbi olarak bilinen Osmanlı- Rus Savaşı’nda güç kaybeden Osmanlı Hükümeti, İngilizlerin yardım talebi karşısında Kıbrıs’ı geçici olarak İngilizlere kiralama kararı almıştır. 1878 yılında adaya gelen İngiltere, Türkler ve Rumlar olmak üzere iki başat toplumsal nüfus ile karşılaşmıştır. Kıbrıs Rumları, bölgenin Enosis etrafında Yunanistan’a bırakılmasını talep ederken Kıbrıs Türkleri söz konusu propagandalar karşısında adadaki kimliksel varlıklarını sürdürebilme mücadelesi içine girmişlerdi.
15 Temmuz 1950 tarihinde Yunanistan öncülüğünde gerçekleştirilen plebisit (halk oylaması) ile beklediğini karşılayamayan Rum toplumu, konuyu 1954 yılında BM’ye taşıyarak bölgedeki meseleyi uluslararası bir problem haline getirmiştir. Birleşmiş Milletler’in Yunan Hükumeti aleyhine verdiği karar neticesinde Rumlar, belirli terör grupları etrafında örgütlenip İngiliz Hükümeti’ne karşı tedhiş hareketleri başlatmıştır.
Adadaki olayların ciddi boyutlara ulaşması sebebiyle İngiltere, Yunanistan ve Türkiye Kıbrıs meselesini görüşmek ve ortak bir paydada buluşabilmek adına 30 Ağustos 1955’te Londra’da bir araya gelmiştir. Yapılan görüşmeler neticesinde Yunan ve Türk tarafının temsilcileri 5-11 Şubat tarihlerinde İsviçre’nin Zürih kentinde yeniden görüşmeler gerçekleştirdi. Başbakan Menderes ve Yunanistan Başbakanı Karamanlis, görüşmeler sonrası 27 maddelik bir çözüm planında mutabık kalmışlardır.
Kıbrıs Türk toplumunun hakları Zürih Antlaşması ile garanti altına alınırken antlaşma gereğince garantörlük hakkı kazanan Türkiye gerektiğinde tek başına bu hakkı kullanabilecektir. Bu antlaşmayla birlikte Enosis yasaklanmış ve bu konuda faaliyet gösterenlerin, yasalar gereği suçlu sayılmasında karar kılınmıştır. Akabinde taraflar 19 Şubat 1959’da Londra Antlaşması’nı imzalamıştır ve 16 Ağustos 1960 tarihinde İngiltere, adaya bağımsızlık hakkı vermiştir.
15 Temmuz 1974’te Yunan Cuntası ve EOKA-B taraftarları, Makarios yönetimine karşı darbe gerçekleştirmiştir ve neticesinde Kıbrıs Elen Cumhuriyeti kurulmuştur. Zürih Antlaşması maddeleri göz ardı edilerek fiili olarak Enosis gerçekleştirilmiş oldu. Adada silahlı çatışmaların artması ve Türklere yönelik katliamların baş göstermesi sonucu Türkiye, garantörlük hakkını kullanarak 20 Temmuz 1974’te Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından düzenlenen harekat sonucu adaya müdahalede bulunmuştur.
BM Güvenlik Konseyi kararı ile Yunanistan ve İngiltere’ye “barışın yeniden tesisini sağlamak üzere müzakerelere başlama” çağrısında bulunan Türkiye, bölgedeki askeri operasyonlarını durdurmuştur. Garantör ülkeler, 25 Temmuz 1974 tarihinde I. Cenevre Konferansı’nda Kıbrıs meselesinin çözümü için görüşmelere başlamıştır. Konferansın Ağustos ayında gerçekleştirilen ikinci görüşmeleri sonucunda Yunanistan, adada yeni anayasal düzenin kurulmasına ilişkin tüm önerileri reddetti ve bölgede anayasal bir uzlaşma için Türk askeri birliklerin çekilmesini şart koştu. Türkiye’nin diplomatik girişimleri sonuçsuz kalınca görüşmeler neticesinde bir çözüme varılamadı. Türkiye, 14 Ağustos’ta “Ayşe tatile çıksın!” parolasıyla, Kıbrıs Barış Harekatı’nın ikinci aşamasını başlattı ve nitekim adanın kuzey kesimi Türk yönetimine geçmiş bulundu.
Kıbrıs Türklerinin uzun yıllar boyunca siyasi liderliğini yürüten ve KKTC’nin kurucu cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Rumların sistematik saldırıları ve anayasal eşitsizlikler karşısında yalnızca siyasi mücadele vermekle kalmamış Kıbrıs Türk halkını da bu mücadeleye dahil ederek gönüllü savunma birlikleri oluşturmuştur. 27 Temmuz 1957’de çeşitli savunma birliklerini tek çatı altında toplamak amacıyla Ruf Denktaş’ın öncülüğünde Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) kurulmuştur.
TMT’nin ilk aşamadaki felsefesi, Mahatma Gandhi’nin psikolojik harbini esas alan silahlı değil pasif bir direniş örgütü olarak varlık göstermekti ancak Kıbrıs şartlarında bu pek mümkün değildi. Kıbrıs Türklerine yönelik vahşi katliamlar, asimilasyon politikaları, EOKA ve diğer Rum terör örgütlerinin “Kıbrıs’ta tek bir Türk bile kalmayana kadar savaş” yeminleri ve bunun neticesinde gerçekleşen zorunlu göçler, pasif bir direniş yahut psikolojik savaş teknikleri kullanarak mücadele edilebilecek bir modelin mümkün olmadığını acı bir şekilde tecrübe ettirdi.
Dr. Sadık Ahmet ve Rauf Denktaş, yaşadıkları coğrafyalardaki Türk toplumlarının haklarını koruma mücadelesi veren iki liderdir.
Her iki liderin davası da baskıcı ve asimilasyon temelli Yunan rejimleri karşısında şekillenmiş ve kimlik mücadelesi karşısında barışçıl bir demokratik yöntemler üzerine odaklanmıştır. Dr. Sadık Ahmet, Batı Trakya’daki Türk azınlığın kimlik, eğitim, dini özerklik ve dernekleşme özgürlüğü alanlarında uğradığı sistematik hak ihlallerine karşı barışçıl ve demokratik yollarla mücadele etmiştir. 1985’te başlattığı imza kampanyası ve 1991’de kurduğu Dostluk, Eşitlik ve Barış Partisi (DEB) aracılığıyla azınlık haklarını Yunanistan’ın merkezi politikalarına rağmen siyasi zeminde savunmuştur.
Sadık Ahmet, “Türk” kimliğinin reddedilmesi, anadilde eğitimin kısıtlanması ve dini özerklik ihlalleri gibi sorunları ulusal ve uluslararası platformlara taşımıştır. Rauf Denktaş ise Kıbrıs Türklerinin siyasi eşitlik, güvenlik ve toprak bütünlüğünü korumak amacıyla hem diplomatik hem de gerektiğinde askeri destekli bir strateji izlemiştir. 1957’de kurduğu Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT), EOKA ve diğer Rum örgütlerinin saldırılarına karşı örgütlü ve hiyerarşik bir savunma imkânı sağlamış gerek siyasi olarak gerekse hukuksal alanlarda mücadelesini güçlendirmiştir.
Denktaş, Kıbrıs Türklerinin varlığını güvence altına almak için uluslararası platformlarda aktif bir diplomatik mücadele yürütmüş, Türkiye ve BM nezdinde hak arayışlarını sürdürmüştür. Her iki lider de azınlık haklarının korunmasında kararlı tavır sergilemiş, Yunan politikalarının asimilasyon ve eşitsizlik temelli uygulamalarına karşı durmuştur. Sadık Ahmet’in mücadelesi azınlık hakları, eşitlik ve eğitim üzerinde yoğunlaşırken, Denktaş’ın mücadelesi çoğunlukla kimlik, siyasi bağımsızlık ve güvenlik boyutlarını içermiştir. Denktaş’ın öncülüğünde 1983’te kurulan KKTC özgür, bağımsız ve uluslararası anlaşmalar çerçevesinde sınırları ve toprak bütünlüğü tanımlanmış bir devlet niteliği olmasına rağmen uluslararası toplum ve BM tarafından resmî olarak tanınmamaktadır, Her iki lider de Yunan rejimlerinin uyguladığı ayrımcılık, eşitsizlik ve asimilasyon politikalarına karşı direnmiş, azınlıkların hak arayışını hem yerel hem de uluslararası boyutta temsil etmiştir.
Not: Bu metin 6. Üsküp Düşünce Okulu Sempozyumu’nda (6. Üsküp Düşünce Okulu Mezuniyeti) sunulmuştur.