Bal Ülkesi: Arıcılık ve İnsan Felsefesi

Bal Ülkesi: Arıcılık ve İnsan Felsefesi

Bal Ülkesi (Medena Zemja (2019)) belgesel filmi, sürükleyici ve gerçekçi hikayesiyle izleyiciyi derin düşüncelere daldıran bir eser niteliği taşımaktadır. Bal ülkesi, Makedonya’nın bir köyünde, eski gelenekleriyle bal üreticiliği yapan Hatidze Muratova adlı bir kadının hikayesini konu almaktadır. 50’li yaşlarında annesiyle birlikte terk edilmiş bir köyde yaşayan Hatidze Muratova’nın yaşamından bir kesit sunan bu yapıt, aslında oldukça derin anlamlar barındırmaktadır. Modern dünya insanları olarak doğadan fazlasıyla uzaklaşmış ve bencil hale gelmişiz. Belgesel boyunca yalnız başına korkusuzca yaşayan bir kadını görsek de aslında modern insanın korkularını ve bu korkuların yer yer ne kadar yersiz olduğunu düşündüren bir yapı sunuluyor. Doğayla bütünleşmekten korkmak, yaşama/maktan korkmak, kaybetmekten korkmak, düşmekten korkmak, hatta arılardan korkmak… Birçok şey sıralanabilir aslında. Ancak belgesel boyunca, korkuların balla kesildiği kareler zihninizde savaşan kalabalığa eşlik ediyor.

Belgeselin yönetmenliğini Tamara Kotevska ve Ljubomir Stefanov üstlenmiştir. Başlangıçta 6 ayda tamamlanması planlanan yapım, 3 yıl süren çekimlerin ardından 1 yıl süren kurgu süreciyle toplamda 4 yıllık bir emeğin ürünüdür. 2019 yapımı bu belgesel, Makedonya’nın kuzeyinde, zorlu doğa şartlarında arıcılık yapan bir kadının yaşamını konu alır. Sundance Film Festivali başta olmak üzere birçok festivalde ödüller alan bu yapım, izleyiciye doğayı sorgulatan, oldukça doğal ve çarpıcı bir belgeseldir.

Yönetmenler, başlangıçta terk edilmiş bir köyde yaşayan bir kadının yaşam mücadelesini çekmeyi hedeflemişler. Ancak belgesel çekimleri sırasında, Hatidze’nin hayata bakış açısı ve yaşam felsefesi onları bambaşka bir belgesele yönlendirmiştir. Filmin en etkileyici yönlerinden biri ise, sahnelerin büyük bir kısmının kurgu olmadan, hayatın doğal akışında gelişen görüntüler ve diyaloglardan oluşmasıdır.

Belgesel, Hatidze’nin bal için bir dağa, tüm zorluklara rağmen korkusuzca çıkışıyla başlıyor. Daha ilk kareden izleyiciyi içine çeken bu belgesel, üzerine derinlemesine düşünmeyi ve yoğunlaşmayı gerektiriyor. Bir film, bende bir şeyler yazma hissiyatı uyandırıyorsa izlemeye değerdir. Bu belgesel film bana çok şey yazdırdığı gibi, çok şey de sildirdi. Şimdi bunu hangi kategoriye koymam gerektiğini bilemiyorum.

Arı kelimesi, yüzyıllardır saflıkla ilişkilendirilen bir kelimedir. Arı, saftır, temizdir ve insanoğlu için adeta cennettendir. Kuran-ı Kerim’de sıkça bal şerbeti ifadesi geçer ve cennet tasvir edilirken baldan bahsedilir. Arının ve balın en saf, en temiz halini bu belgeselde gördüm. Dağda, kayaların arasından ustaca arıları ve balı bulan korkusuz baş karakterimiz, arılarla, kedilerle, köpeklerle ve doğayla ilişkisinde bunu ortaya koyuyor. Bu durum, yaşadığımız hayatı sorgulatan bir şey. Bal peteklerinin nizamı, güzelliği ve temizliği insanı kendine hayran bırakacak cinsten.

Belgeselde yapılan analizlerde, ıssız bir belde vurgusu öne çıkıyor. Ancak aslında buralar hiç de sahipsiz değil. Dünyanın herhangi bir yerinde olduğu gibi, bu beldelerin de bir sahibi olmalı. Belgesel boyunca insan, bu kelimenin anlamıyla boğuşuyor.

Is, sahip demektir; ıssız ise sahipsiz.

Dolayısıyla, bu beldelerin bir sahibi olmasa bunca güzelliğin orada olmasının bir açıklaması olabilir miydi? Belgesel, izleyiciye hiçbir şeyin sahipsiz olmadığını ve her şeyin bir düzen içinde var olduğunu derinden hissettiriyor.

Hatidze’nin hayatı, birçok yönden sorgulamaya açıktır. Ancak annesini yalnız bırakmaması ve ona olan merhameti, doğası bozulmamış bir bireyin geleceğe umutla bakmasına yardım eden en kıymetli unsurlardan biridir. Hatidze’nin arıcılıkla ilgili hayat felsefesi, yalnızca bir işten çok daha fazlasıdır. Arılarla kurduğu denge, doğayla uyum içinde var olmanın ve aşırılıklardan kaçınmanın önemini vurgular. “Biraz bana, biraz size; hadi bakalım!” sözü, onun yaşamının temelini oluşturur. Bu felsefe, arıların hakkına saygı gösterilmesi gerektiğini, doğal dengeyi bozmanın her iki taraf için de zarar verici olduğunu anlatır. Dağlardan ve ağaç kovuklarından arıları toplayarak, bahçesinde geleneksel yöntemlerle bal üretir. Modern insanın alışık olmadığı tekniklerle bal petekleri sistemi kurar. Arılara herhangi bir koruyucu kıyafet giymeden dokunur. Dengeyi bulmuş gibidir:

“Biraz bana, biraz size; hadi bakalım!” Aşırılıklardan kaçınmak gerekiyor. İfrat ve tefrit, doğanın dengesini bozar. Her ne yapılacaksa, dengede olmak faydalıdır.

Ancak Hatidze’nin koruduğu bu denge, komşularının köye gelmesiyle farklı bir yöne evrilir. Çok çocuklu bir ailenin köye gelmesiyle hikâyenin rengi değişir, biraz “bizleşir”. Modern dünyanın tozları, bu güzel doğanın üstüne serpildi de diyebiliriz. Ailenin köye yerleşmesiyle Hatidze’nin düzeni oldukça değişir. Burada “altüst oldu” veya “mahvoldu” gibi kelimeler kullanmadım; çünkü bu gelişmelerin Hatidze’ye iyi gelen tarafları da vardır, bize de.

Komşu aile, oldukça maddi odaklı bir yaşam sürmektedir. Birçok hayvanları vardır ve onları beslemek için mevsimlik bir göç hikayesi yaşarlar. Komşu aile, köyde yaşamaya başladığında, Hatidze’nin arıcılıkla ilgili bilgilerini alarak modern bir sistem kurmaya çalışır. Ancak ailenin babası, Hatidze’nin önerilerini ve uyarılarını dikkate almaz, doğanın dengesini bozan hareketler yapar. Arıların hakkını çiğner, ağaçları yok yere keser, doğal kaynakları tüketir. Bu, belgeseldeki en çarpıcı anlardan birini yaratır: Arılar saldırganlaşır ve sonuç olarak komşu ailenin çocukları arı sokmaları sonucu ağır şekilde etkilenir.

Hatidze, hayatta çok önemli bir noktaya temas eder: İnsanda her ne eksik ya da fazla ise, bünyeye ağır gelir. “Arılar saldırganlaşır, başkasına gider” der. İnsan da böyle değil midir? Birinin fazlası, diğerinin azıdır ve bu, gerginliklerin temelini oluşturur. Herkese eşit olanı değil, hakkı olanı vermek ve dengede yaşamak gerekir.

Hikâyede, komşu ailenin gölge silüetlerine pek değinilmediğini düşünüyorum. Komşu ailenin yapısı ve ev düzeni, belgeselde oldukça karmaşık bir şekilde yansıtılmıştır. Aile yapısının ve yuva kavramının net bir şekilde tasvir edilmediği, aslında bir “yuva”dan çok, daha çok işlevsel ve çıkara dayalı bir düzen olduğu görülmektedir. Komşu ailenin babası, oldukça maddiyat odaklı bir kişilik sergileyerek, çocuklarını sadece birer iş gücü olarak görmekte, “Çalışan lazım” diyerek çocuk sahibi olmayı bir zorunluluk olarak kabul etmektedir. Bu yaklaşım, çocuğun bir insan olarak değil, makine ya da robot gibi görüldüğünü gösteren dar bir zihniyetin örneğidir. Annenin güçlü ve çok yönlü bir kadın olmasına rağmen, evdeki rolü genellikle kocasının buyruklarına dayalıdır. Çocuklarını, eşinin isteği üzerine dünyaya getirmiştir ve bu durum, annenin, kendi iradesinin ötesinde bir toplumun baskıları ve geleneksel rollerle şekillenen bir hayat yaşadığını gösterir. Bu aile yapısı, belgeselin sunduğu toplumsal eleştirinin önemli bir parçasıdır, çünkü kapitalizmin bireysel çıkarlar üzerinden şekillenen, aile içindeki güç dengesizliklerini ve toplumun geleneksel yapılarındaki aksaklıkları gözler önüne serer.

Böyle bir anne babanın çocuklarına baktığımızda, hayatı çok küçük yaşlarda öğrenmek zorunda kalan çocuklar görürüz. İşlere koşan, bazen kaçan ama bir şekilde hep orada olan çocuklar… Ancak bu çocuklar zamanla merhametlerini kaybediyor gibi görünmektedir. Yeni doğmuş bir inek yavrusunu sopa ile çekiştiren ya da kendisi de çok küçük olmasına rağmen, arı sokan kardeşine annesinden daha önce müdahalede bulunan bir küçük kız çocuğu, bu durumu açıkça ortaya koymaktadır.

Hikâye oldukça derindir, ancak ailenin yaşamı belgeselde oldukça etkili ve doğal bir şekilde ele alınmıştır.

Hatidze, aile hayatına girdikten sonra çocuklarla zaman geçirmekten oldukça keyif almıştır. Aileyle davalık olsa da çocuklarla olan iletişimini hiçbir zaman kesmemiştir. Belgesel, izleyiciyi bildiğimiz ama unuttuğumuz gerçeklerle her an yüzleştiriyor. İnsan, yalnız doğar, birlikte var olur ve yalnız ölür. Bu güçlü bir örnekle anlatılıyor.

Hatidze’nin annesiyle olan sohbetlerinden birinde, onsuz ne yapacağını ve neden onu hiç evlendirmediklerini sorgular. Yalnızlığın ağırlığıyla başa çıkamayacağını hissettiği bir anda annesini bırakmayacağını söyler ve konuyu kapatır. Ancak annesi ona “Benden sonra evlenirsin” dediğinde Hatidze’nin cevabı “İnşallah” olur. Bu, aslında bu kararın tamamen kendi tercihi olmadığını hissettirir. Hatidze, annesini balla ve muzla besler; bir yandan onun ölmesinden korkarken, bir yandan da kendisini bu kaçınılmaz sonuca hazırlamaya çalışır.

Pazar alışverişinde bu hazırlığı net bir şekilde görürüz. Elektriksiz, is kaplı bir odada yaşayan; pazara poşet çantasıyla giden ve hayatını annesine adamış olan bu kadın, kendisi için saç boyası alır. Ancak yalnızca kendisini düşünmez; annesinin de nefes alamadığını hissederek ona bir yelpaze alır. İnsanın hayatında ne çok ikilemle karşı karşıya kaldığını gösterir bu durum. Kendi ile dünya arasında kalan bir kadındır Hatidze. Her şeyi tek başına halledebilen bu güçlü kadın, saçlarını boyadıktan sonra sardığı eşarbını annesinin bağlamasını ister. Burada, derin bir yalnızlık hissettiğini ve anne şefkatine ne kadar ihtiyaç duyduğunu gözler önüne serer.

Hepimizin nefes almaya ihtiyacı vardır. Bazen bu ihtiyacı kendi çabalarımızla karşılamamız gerekir. Bir yelpaze, bazen bu çabanın sembolü olur. İnsan yalnız doğar, birlikte var olur ve yalnız ölür. Bu, belgeselin baş karakteri Hatidze’nin hikayesinden güçlü bir şekilde aktarılır. 12 yaşından beri bal üreterek geçimini sağlayan Hatidze, annesi 85 yaşında olmasına rağmen ona bakmakta ve şehre giderek ürettiği balları satarak hayatını devam ettirmektedir. Annesiyle birlikte zorlu bir yaşam sürmesine rağmen şehre indiğinde insanlarla kurduğu olumlu iletişim, onun karakterinin ne kadar güçlü ve dengeli olduğunu gösterir.

Balkanların enfes doğasını ve günümüzde yaşadığımız birçok ikilemi bir arada ele alan, oldukça başarılı bir Makedonya belgeseliydi. “Bal Ülkesi” yalnızca bir arıcılık hikayesi değil, aynı zamanda doğa ile insanın ilişkisini derinlemesine inceleyen bir belgeseldir. Arılar, saflık ve dengeyi simgeler. Hatidze, onları saygıyla ve dikkatle işler, ancak komşu ailenin açgözlülüğü, bu dengeyi sarsar. İnsan, doğanın parçası olmak yerine onu sömürmeye başladığında, doğa da ona karşı koyar. Bu temalar, belgeselin izleyiciye sunduğu en önemli mesajlardan biridir.  Aynı zamanda insanın doğayla ilişkisini, kapitalizmin doğa üzerindeki etkilerini ve toplumların geleneksel değerlerinden ne kadar uzaklaştığını sorgulayan güçlü bir yapımdır. Belgesel, izleyiciye doğayla uyum içinde yaşamanın önemini hatırlatmakla kalmaz, aynı zamanda ekosistemi korumanın hayati değerini de vurgular.

Sonuç olarak, “Medena Zemja” yalnızca bir bireyin yaşamını değil, aynı zamanda toplumların doğa ve birbirleriyle olan ilişkilerini de sorgulayan bir yapımdır. Hatidze’nin hayat felsefesi, aşırılıklardan kaçınmanın ve dengeyi bulmanın önemini gösteriyor.

Modern yaşamın içinde kaybolmuşken, bu belgesel bize doğayla yeniden bağ kurmayı hatırlatıyor ve insanın kendisiyle olan ilişkisini yeniden düşünmesini sağlıyor.

Kaynakça

Çobanlı Erdönmez, I. (2024). Bal Ülkesi filmi üzerine bir değerlendirme. Kronotop İletişim Dergisi, 1(1), 83-92.

Bal Ülkesi belgesel filmi. (2024, Aralık 24). HD Film İzle. https://www.hdfilmizle.to/bal-ulkesi/

Benzer Yazılar

Yorum Yap