Vakıf, kelime anlamı olarak duruş. Bir insanlık, sevgi ve medeniyet duruşu. İyiliğin ve güzelliğin harmanlanması. Kapanmayan sevgi defteri. Sizi hiç görmeyecek, tanımayacak olan insanlara; renk, ırk, inanç ayrımı gözetmeden güveni ve sevgiyi sunmak. İnsanı zarardan, tehditten, ihtiyaçlarının baskısından kurtarmak. İnsanı özgür, hayatı esenlik kılmak.
Sonsuzluk isteğinin yansıması vakıflar. Ölmemenin adı, kapanmayan iyilik defteri, kurumayan hayır nehri vakıflar. Yaşarken ve öldükten sonra iyilik ve güzellikle hatırlanmanın, sürekli engelleri kaldırmanın yansıması vakıflar. Susuz bir kişinin dudağında hayat olmak, karnı doyan bir yoksulun ışıltılı gözlerinde yaşamak, bir hastanın derdine derman olmak, bir genci ilimle donatmak.
Vakıflar Yaratıcının rızasını arayış. Vakıflar, süreklilik ve köklülük. Vakıflar, insanların sürekli iyiliğe ve güzelliğe sunulmak için emeklerini, ilimlerini, servetlerini adayışı.
Bursa, Üsküp, Saraybosna, Edirne, İstanbul tüm Osmanlı şehirleri hakikati arayış ve iyiliğe adanıştır. Osmanlı şehirleri adalet ve merhametin mekânda mimari birliğe ve bütünlüğe dönüşümüdür. İyiliğin sanatta, mimaride somutlaşması; mimarinin duaya, musikiye, şiire dönüşmesidir.
Osmanlı şehrinin sosyal örgütlenmesini en iyi tanımlayan ifade “vakıf kültürü”dür. Çünkü bu şehrin sosyal yaşamının işleyişini, siyasi ve idari örgütlenmenin dışında, sosyal dayanışma açısından en iyi açıklayan vakıf sistemidir.[1] İslam hukukunun ruhuna uygun düşen bu sistem, Selçuklular döneminde geniş çapta uygulanmış, Osmanlıların elinde ise iyice gelişmiştir.
“Toprak gelirini, o anda ve daha sonra geleceklerin yararına sunabilmenin tek ve en güvenilir yolu, toprağı devletten daha üstün bir gücün himayesine, yani Tanrı’ya adamaktır. Vakıf sisteminde, geliri bir kurumun (medrese, cami, kervansaray vb.) bakımına bırakılan topraklar, kural olarak hiç kimsenin mülkiyetine devredilemez ve adeta elde edilen kârın halka dağıtıldığı bir döner sermaye oluşur.”[2]
Osmanlı toplum hayatında, şehirdeki halka ücretsiz su dağıtmakla, şehri ağaçlandırmak ve çiçeklendirmekle, hastalanan veya göç ederken yaralanan kuşlara bakmakla, halk sağlığını korumakla görevli vakıflar vardı.
Örneğin, fetihten sonra İstanbul’da yapılan vakıf eserleri şehirdeki sosyal dayanışmanın, paylaşımın ve şehrin zenginliğinin en büyük ölçütüydü. 1546 yılında Ayasofya nahiyesindeki 17 mahallede 191 vakıf eser vardı. 1596 yılında Fatih semtindeki vakıf eser sayısı ise 681’di.
Osmanlı toplumunda, sağlık, eğitim, ticaret, temizlik… her türlü kamu hizmeti vakıf sistemi içinde işliyordu. Vakıf dini ve sosyal nitelikli bireysel bir hayırdı. Osmanlı şehirleri sultanların, devlet bürokratlarının, zengin bireylerin kurduğu vakıflarla organize olmuş sosyal dokulardı.
Vakıflar, zenginliğin toplumsal gelişime aktarımı, servetin toplumsal hizmete sunulmasıydı. Vakıflar sadece şehrin ekonomik dokusunu değiştirmiyor aynı zamanda toplumsal ihtiyaçları karşılıyor ve toplumu ortak inanç ve insani değerlerde birleştiriyordu. Toplumda belirli dönemlerde oluşan adaletsiz gelir dağılımının sonuçlarını yok ediyor, fakirlik nedeniyle ortaya çıkabilecek hastalık ve suçları engelliyordu.
Osmanlı vakıf sisteminde vakıf kurucusu, kendi hazırladığı işletme yönetmeliğiyle (vakfiye) eserinin nasıl kullanılacağını da belirliyordu. Her külliyenin vakfiyesinde ayrıntılı olarak belirtilen hizmetler ve haklar, yine vakfiyede belirtilen görevliler tarafından yerine getirilirdi.[3]Örneğin,Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyesinde, görevi yalnızca vakıf yapılarının duvarlarına çocukların yazdığı ya da kazıdığı yazıları silmek olan bir adama verilecek ücret bile yazılıydı.
Vakıflar bilginin, kültürün, ürünlerin akışını hızlandırıyordu. Vakıf hizmeti sayesinde Macaristan’dan yola çıkan bir kişi her 30 km de bir yapılmış olan vakıf kervansaraylar sayesinde sağlık ve barınma ihtiyaçları karşılanarak hiçbir ücret ödemeden, İstanbul’a ulaşabiliyordu. “Vakıf hizmetleriyle şehre gelen yolcular, hanlarda üç gün ücretsiz olarak ağırlanıyordu. 18. yüzyılın ikinci yarısında, yalnızca İstanbul’da 30.000 kişiye imarethanelerde günde iki öğün yemek veriliyordu. Öğrenciler de bunların arasındaydı ve onlara ayrıca cep harçlığı da veriliyordu.”[4]
Vakıf sistemi devletin imar ve şehirleşme etkinliklerine özel kişilerin katılımını sağlıyordu. Sistem, vakfı kuranın mirasçılarının da uzun yıllar düzenli olarak vakfın gelirlerinden yararlanmalarına imkân veriyordu. Bu durum mirasçılarına, kendilerinden sonra düzenli gelir bırakmak isteyen yönetici zümreyi de vakıf faaliyetlerine yönlendiriyordu.
Vakıfların yapımında; hayır işleri, mirasçıların yararı, sultan ya da vezirin dolaylı siyasal amaçları, ticaret, şehirleşme gibi farklı yönelimler öne çıksa da inancın hayat içindeki yeri bütün vakıf yapılarında önemliydi.
Bugün yüzyılları aşarak günümüze gelen tarihi eserlerin arkasında geleceğe yönelik bir planlamayı yapan vakıf sistemi vardır. Vakıf eserlerinin sürekli hizmet ederek sosyal fayda üretebilmesi için vakıf eserlerin bakım ve onarımını sağlayacak temel gelirler vakıf kuruluşunda belirleniyordu. Bu amaçla fethedilen topraklar, ev, dükkân, han, hamam, bedesten, değirmen gibi gelir getirici kaynaklar vakıfların emrine veriliyordu.
Vakıf eserler sayesinde ticaret gelişiyor, seyahat güvenliği artıyor, kültürel aktarım ve sosyalleşme hızlanıyor ve birçok insana iş imkânı sağlanıyordu. Kilit noktalara kurulan vakıf eserlerin etrafında mahalleler hatta şehirler oluşuyordu. Vakıf sisteminin en önemli etkilerinden biri de toplum içinde oluşan sosyal eşitsizlikleri dengelemesi ve toplumsal kesimler arasında ekonomik ve sosyal çatışmaların gelişmesini doğal bir şekilde önlemesiydi.
Kaynakça
Kuban, Doğan, Sinan’ın Sanatı ve Selimiye, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 1997.
Kuban, Doğan, İstanbul Bir Kent Tarihi, Çeviren: Zeynep Rona, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 1996.
Günay, Reha, Mimar Sinan, 2. Baskı, İstanbul: Yapı Yayın, 2005.
Mülayim, Selçuk, Ters Lâle, Osmanlı Mimarisinde Sinan Çağı ve Süleymaniye, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2001.
[1] Doğan Kuban. Sinan’ın Sanatı ve Selimiye, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 1997, s. 75.
[2] Selçuk Mülayim. Ters Lâle, Osmanlı Mimarisinde Sinan Çağı ve Süleymaniye, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2001, s.75.
[3] Reha, Günay. Mimar Sinan, 2. Baskı, İstanbul: Yapı Yayın, 2005, s. 10, 25.
[4] Doğan Kuban. İstanbul Bir Kent Tarihi, Çeviren: Zeynep Rona, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 1996, s.196, 197.1996, s.196, 197.