2000 yapımı Bilinmeyen Kod filminde, farklı bölgelerden gelen mültecilerin ortak sorunlarının birbirine bağlandığı bir hikâye izleriz. Filmin tetikleyici sahnesi, Fransız bir çocuğun göçmen bir kadının üzerine çöp atmasıdır. Bu olaya şahit olan Afrikalı göçmen çocuk sert tepki verir. Bu sahneyle birlikte göçmenlerle Fransız toplumunun hikâyeleri zincirleme şekilde birbirine bağlanır.
Filmin temel meselesi, Fransa özelinde Avrupa’nın öteki olarak gördüğü toplumların dramlarını yok saymasıdır.
Filmin temel meselesi, Fransa özelinde Avrupa’nın öteki olarak gördüğü toplumların dramlarını yok saymasıdır. Göçmenlerin haklarının tanınmaması ve onlardan özür dilemek yerine tepkiyle karşılık verilmesi eleştirilir. Filmin başında, beyaz bir Fransız çocuğun göçmen kadına çöp atması ve Afrikalı çocuğun tepki verip suçlu ilan edilmesi bu durumu açıkça ortaya koyar. Haneke, bu uzun sahnede Batı’nın hatasını kabul edip özür dilemesini bekler. Ancak, inkâr ve öfke sahneye hâkim olur.
Haneke, Batı’nın demokrasiyi ve insan haklarını yalnızca kendisi için savunduğunu gösterir. Çöp atma sahnesinin arka planında görülen çiçekler, Batı’nın dünyaya sunduğu güzellemenin bir aldatmaca olduğunu ima eder. Şahit olunan kötülük karşısında harekete geçecek gibi olan Batı, televizyon sesiyle vicdanını bastırır. Film, Batı’nın kaçtığı hakikatin eninde sonunda ona da dokunacağını vurgular.
Michael Haneke filmlerinde, göçmen sorunları ve diğer toplumların savaşları sıklıkla arka planda işlenir.
Michael Haneke filmlerinde, göçmen sorunları ve diğer toplumların savaşları sıklıkla arka planda işlenir. Haneke, bu konuları televizyon ve fotoğraf gibi araçlar kullanarak anlatır. Karakterlerinin rutin hayatlarında açık olan televizyonda izlenen ama görülmeyen, dinlenen ama duyulmayan Bosna Hersek savaşı, Ortadoğu problemleri ve Filistin meselesi Batı toplumunun gündemine taşınır. Karakterlerinin de farklı toplumlara ait sorunlarla bağ kurup kuramayacakalarını işler
Haneke’nin karakterleri genellikle orta sınıfa mensup, entelektüel ve kariyer sahibi bireylerdir. Korunaklı alanlarda yaşayan bu kişiler, dış dünyada olup bitenler kendi güvenli bölgelerine dokunmadıkça insan hakları ve eşitlik gibi kavramları savunurlar. Ancak Haneke, bu entelektüel duruşun gerçekliğini sınamak ister. Karakterlerini, yanlarında süregelen savaşların ve göçmen sorunlarının ortasına bırakır. Onları, tetikleyici olaylarla öteki olanla yüzleştirir. Bu yüzleşmede, konformist dünyalarından çıkarılarak, sahip oldukları imkânları kaybetme korkusu yaşatılır.
Filmde, gazeteci Georges Bosna Hersek’e gönderilir. Savaş bölgesinden dönen Georges, arkadaş grubuna savaş deneyimlerini yemek masasında aktarırken, bu sohbet entelektüel bir tüketim aracına dönüşür. Georges, savaş bölgesini başta zorlayıcı bulsa da, oradaki sadeliği ve basitliği savunur. Ona göre, medeniyet maliyetli ve kaotiktir. Savaş bölgesi ise zor ama alışılması daha kolaydır. Bu konuşmalar sırasında savaş ve katliam fotoğrafları sahneye girer.
Haneke, bireyselleşmenin getirdiği duyarsızlığı ve bencilliği küçük bir çocuğun çığlıklarına kayıtsız kalma üzerinden sorgular.
Haneke, bireyselleşmenin getirdiği duyarsızlığı ve bencilliği küçük bir çocuğun çığlıklarına kayıtsız kalma üzerinden sorgular. Georges, komşusunun kızının şiddet çığlıklarına duyarsız kalırken, Bosna’daki savaş konusunda duyarlı görünür. Yönetmen, karakterin bu ikiyüzlülüğünü gözler önüne serer. Georges, sevgilisinin küçük kızla ilgili yardım isteğine, “Benim meselem değil, senin meselen,” diye yanıt verir. Bu diyalog, bir markette alışveriş sırasında geçer. Bireyselleşmiş insanın, başkasına yardım etme duygusunun nasıl köreldiği anlatılır.
Bosna’daki savaş, Avrupalıların sofralarında bir sohbet malzemesi olurken, onların çocuklara ve hayvanlara karşı merhametsizlikleri ile paralel işlenir. Komşu çocuğun çığlıklarına kayıtsız kalan Georges’un duyarsızlığı, oğluna kızdığı için ineklerini tek tek vurarak öldüren babanın hissizliğiyle eşleştirilir. Bu sahneler, Batı’nın ötekine karşı umursamaz tavrını vurgular.
Demokrasi, özgürlük ve adalet söylemleri, yalnızca Batı insanının refahına hizmet eden aldatmacalar hâline gelir.
Batı, kendi konforu için tasarladığı yaşamı, ötekilerin dramına dönüştürür. Birinin bencil istekleri, diğerinin hayatına mal olur. Demokrasi, özgürlük ve adalet söylemleri, yalnızca Batı insanının refahına hizmet eden aldatmacalar hâline gelir. Metro sahnesinde, Anne’nin görmezden geldiği göçmenin saldırısıyla karşılaştığında hissettiği çaresizlik, yok sayılan hakikatin er ya da geç bireyin karşısına çıkacağını gösterir.
Anne, metro saldırısından sonra evine döndüğünde, korunaklı alanında ne kadar güvende olduğu sorgulanır. Batı, ötekilerin hayatını altüst ederek kendi güvenliğini sağladığını düşünse de, aslında hiçbir zaman tam anlamıyla güvende değildir. Film, konuşma engelli çocukların beden diliyle sahnede anlattıkları drama oyunuyla başlar ve yine aynı sahneyle sona erer. Yüksek tempolu müzik eşliğinde tüm sesler susturulur. Bu, Batı’nın hakikatten kaçışını ve sessizliğini simgeler.