Topluma Yabancı Entelijansiya Sorunu: Said Halim Paşa ve Aliya İzetbegoviç’in Tenkitleri

Topluma Yabancı Entelijansiya Sorunu: Said Halim Paşa ve Aliya İzetbegoviç’in Tenkitleri

Tanzimat Fermanı’nın ilânını takiben Batılı düşünce ve zihniyet değişimi fikri Osmanlı bürokrasisine sirayet etmiştir. 19. yüzyılın ikinci çeyreğinde Avrupa’ya ilim tahsiline giden gençlerle başlayan Batı ile yakın münasebetin, her geçen yıl artarak devam ettiği görülmektedir. Avrupa’da yaşayıp oranın yaşam tarzını, sosyolojik yapısını, eğitim sistemini ve kültürel değerlerini benimseyip, Osmanlı eliti içerisinde aydın olarak görülen isimler vardır. Bu aydınların geneli, Osmanlı coğrafyasında doğup büyümüş olup, ekseriyeti devlet tarafından, bir kısmı da ailesinin zenginliğinden kaynaklanan imkânlar dâhilinde ilim tahsili için Avrupa’ya gönderilmektedir. Bu isimlerin çoğu gördükleri karşısında etkilendiklerini ifade etmekte ve Batı’nın ilerleme fonksiyonlarının Osmanlı’ya entegrasyonu sağlanabilirse devletin kurtulabileceği inancını taşımaktadırlar. Ancak bu isimler yurda geri döndükten sonra kendi toplumuna ve kültürüne yabancı bir şekilde yaşamaktadırlar. Bu sorun ilerleyen yıllarda da devam etmekte olup, Müslüman halkların yaşadığı hemen her coğrafyada görülmektedir.

Bâb-ı Âlî

Batı hayranlığının beraberinde getirdiği özden kopuş, belli bir döneme ve belli konulara sıkıştırılamayacak kadar ciddi bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır.

Batı hayranlığının beraberinde getirdiği özden kopuş, belli bir döneme ve belli konulara sıkıştırılamayacak kadar ciddi bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun belirgin bir tezahürü, Said Halim Paşa ve Aliya İzetbegoviç’in yaklaşık elli yıl arayla aynı soruna farklı koşullarda ve farklı coğrafyalarda dikkat çekmeleridir. Said Halim Paşa yazmış olduğu risalelerinin tümüne yakınında bu probleme dikkat çekip eleştiri getirmekte iken, Aliya İzetbegoviç özellikle 1970 yılında yayımladığı İslâm Deklarasyonu adlı eserinde bu konuya eğilmektedir.

Aydın Kavramı ve İslâm Dünyasında Yeni Aydın Tipi

Aydın kavramı ve tipolojisi, Batı’nın yaşamış olduğu Aydınlanma Süreci’nde kendiliğinden gelişmiş ve doğal bir süreç sonunda ortaya çıkmıştır. Kilisenin hegemonyasından ve skolastik düşünceden büyük ölçüde arınan Batı, bunu aydınları aracılığıyla başarmıştır. Aydın, yazı ve söz aracılığıyla toplumun şuurlanmasına yardımcı olan kişi olarak tanımlanmaktadır.[1] Aydın içinde yaşadığı toplumun sözcülüğünü yapmakta; iktidar ile halk arasında adeta bir köprü gibi aracı rolüne bürünmektedir.[2]

Aydın kavramı, Tanzimat dönemi ile birlikte Osmanlı coğrafyasına girmiştir. Bu kavramın Türkçe karşılığı “münevver” olarak da karşılanmaktadır. “Aydınlatılmış, ışık saçan” anlamlarına gelen münevver, Arapça ilahi bir anlam taşıyan “nur” kökünden türetilmiş bir kelimedir. Yani münevver, entelektüelin aksine sadece akıl yolu ile değil, aynı zamanda duygu, gönül ve sezgi gibi diğer parametrelerinde bu kimliğe eklemlenmesiyle aktüel anlamına kavuşmuştur.[3]

Yani münevver, entelektüelin aksine sadece akıl yolu ile değil, aynı zamanda duygu, gönül ve sezgi gibi diğer parametrelerinde bu kimliğe eklemlenmesiyle aktüel anlamına kavuşmuştur.

Ekseriyeti Avrupa’da eğitim görmüş veya çalışmış olan bu Osmanlı aydınları, ülkelerine döndüklerinde halktan kopuk, tepeden inmeci bir yol izlemektedirler. Hâlbuki ithal edilmeye çalışılan entelektüel kimliği, bizzat halkın içinden çıkan ve halkla iktidar arasında bir köprü görevi kuracak kişi motifidir. Devletin çatısı altında yetişen ve yeni fikirlerle ülkesine dönen aydınların “halk için, halka rağmen” şiarıyla hareket ettiği gözlemlenmektedir. Düşünce yapılarının büyük oranda Avrupa’da ya da Batılı kaynaklar çerçevesinde şekillendiği görülmektedir, bu da kendi ülke insanına ve kültürüne yabancılaşma ve sorunları kaynağında tespit edememe gibi sorunları ortaya çıkartmaktadır. Durum böyle olunca halk, gerek yaşantıları gerekse de kendilerine uzak ve mesafeli bulmaları itibarıyla aydınından gün geçtikçe uzaklaşmış olup, eskiden olduğu gibi ulemaya ve taşradaki söz sahibi kişilere yakınlaşmaktadır.

Said Halim Paşa’nın Aydın-Halk Yabancılaşmasına Yönelik Eleştirileri

Said Halim Paşa

Kavalalı hanedan üyesi olarak dünyaya gelen Said Halim Paşa, genç yaşında başladığı devlet adamlığı kariyerini sadaret makamına oturarak tamamlamıştır. Münevver ve mütefekkir yönüyle bilinen Paşa, risalelerinde merkeze İslâmcılığı almaktadır.

Paşa’ya göre Türk entelijansiyası Batı’nın tesiri altında kalarak şahsiyetini kaybetmiştir. Bu aydın sınıfın kendi ülkesi adına bu derece karamsarlığa düşmesinin sebebi, ülkede hiçbir şeyin ıslah yoluyla düzelemeyecek kadar kötü durumda olmasıdır. Bu düşünceden yola çıkarak kurtuluşu var olanı ıslah etmekte değil, tamamen yıkmakta görmektedir.[4] Osmanlı aydınlarını kendi tarihlerini anlayamamakla, millî ve manevi değerlerinin büyüklüğünden şüphe etmekle ve kendi toplumlarını hakir görmekle itham etmektedir.[5] Bu kişilerin kendini bilmeme hastalığına düştüğünü ve kendi medeniyetlerine “yabancıdan daha çok yabancı”[6] kaldıklarını söylemekte, bunları “Ruhların vatan değiştirmesi ve fikren göç!” sözüyle tenkit etmektedir.[7]

Paşa’ya göre aydın sınıfın taklitçiliği ve özden kopuşu, halk nezdinde aydınlara karşı bir husumet halini almakta, fikirleri en şedit biçimde reddedilmekteydi.[8] Böyle olunca halk, kendilerine yolbaşçılık edecek eğitimli sınıfından mahrum kalmaktaydı. Aydın halka inemeyince, halkta kendisine hakir gözle bakan entelijansiyadan uzaklaşınca aradaki makas gün geçtikçe açılmaktaydı. Aydınlar ekseriyetle Batı’nın taklitçiliğine düşmüşken, halkta tam tersine her türlü yeniliğe sert biçimde karşı çıkmaktaydı.

Paşa, aydınların halka kendi üstünlüklerini kabul ettiremediklerini belirtmektedir. Halk aydına mesafeli durdukça ve ondan gelecek her türlü yeniliği reddettikçe, aydın sınıf elle tutulur icraat gerçekleştiremezken, var olanı da yıkmakla kalacaktır. Hal böyleyken Müslüman coğrafyalar olduğu yerden ileri gidemeyecektir çünkü halk kesimi gelenekçi davranmakta; aydın sınıfına güvenmediği için ıslahatlara olumsuz bakmaktadır. Aydın sınıf ise gelenekçi ve yenilikçi kavgasının tam ortasında kalmakta, Batılı tarzda pozitif ilerlemeyi yapamazken mevcut olanı da ortadan kaldırmaktadır. Paşa için İslâm dünyasının geriliği bu arada kalmışlıktan meydana gelmektedir. Çözüm olarak aydınların ve halkın gaye birliği kurması zaruret halini almıştır. Aydınlar, millî gayeden ve kültürlerinden uzak, hatta tamamen zıt kutupta bulunduğu sürece halk hiçbir zaman aydının gösterdiği yolu izlemeyecektir. Paşa, “mensup olduğu memleketin emel ve gâyesinden başka emel ve gâyeler beslemek hakkını hiç kimseye tanımıyoruz”[9] sözüyle aydın sınıfına karşı duruşunu net bir dille ifade etmektedir.

Aliya İzetbegoviç’in Aydın-Halk Yabancılaşmasına Yönelik Eleştirileri

Aliya İzetbegoviç

Bir Osmanlı mirası olan Bosna-Hersek’te dinî ve kültürel olarak benzer hasletleri taşımaktadır. Said Halim Paşa’nın uyarıları dikkate alınmamış yahut alınsa da çözüm getirilememiş gözükmektedir ki Soğuk Savaş yıllarında hemen her İslâm ülkesinde aynı sorunlar dikkat çekmektedir. “Gerçekte Said Halim Paşa’nın buhranı caridir ve hâlen hepimizin buhranı durumundadır”.[10] Aliya İzetbegoviç’in konuya eğilişi de yine İslâmcı bir zaviyeden yapılmakta, problemin salt Türkiye’ye değil, birçok İslâm ülkesine ait olduğu realitesini gözler önüne sermektedir. Aliya, İslâm dünyasının Avrupa’ya en yakın bölgesinde, Bosna’da doğmuş büyümüş; entelektüel gelişimini ve hayatını burada tamamlamıştır. İslâmcı bir münevver, mütefekkir ve devlet adamı olan Aliya, aydın-halk yabancılaşmasına dair özgün tenkit ve tahlillerde bulunmuştur.

Aliya’ya göre entelijansiya ile halk arasındaki trajik makas, İslâm dünyasının en buhranlı meselelerinden birisidir.

Tamamına yakını Avrupa’da eğitim görmüş olan aydın sınıfın ekseriyeti, ülkelerine zihinsel olarak değişim yaşamış olarak dönmektedir. Kendinden olanı reddetme ve hakir görme, ancak Batılı olana karşı ezilmişlik hissi bu kişilerde görülmektedir. Aliya’ya göre entelijansiya ile halk arasındaki trajik makas, İslâm dünyasının en buhranlı meselelerinden birisidir. Gayrı-İslâmi eğitim sistemi ve yaşam tarzı her geçen gün artarak devam ettikçe, halk yabancı baskısını daha da derinden hissetmektedir. Dolayısıyla İslâmi bir refleks taşıyan halk, aydından gelen fikirleri reddetmekte ve bunu gören aydın da halktan iyice uzaklaşmaya devam etmektedir. Aliya Müslümanların eğitime karşı olduğu tezine de karşı çıkmaktadır. Onun için halkın esas karşı çıktığı şey yabancı eğitim sistemidir. Bu sistem içerisinde İslâmi esaslar dışarıda tutulmakta, manevî tahribata meydan verilmektedir.

Aliya’ya göre aydınlar, kendi isteklerini halka dayatabilmek için önce pohpohlar sonra tehdit ederler; yalvarır veya zorlarlar; isimleri ve şahsiyetleri değiştirirler. Lakin bu süreçlerin sonucunda avamın umursamazlığı ve reddi ile karşılaşırlar.[11] Müslüman halklar, İslâm’a aykırı gördüğü herhangi bir şeyi kabul etmemektedir. Bu, halkların İslâm’ı hakkıyla yaşadığı anlamına gelmemelidir, çünkü İslâm sadece bir din ve kurallar bütünü olarak ele alınmamakta, sosyolojik gerçeklik ve hissî refleks olarak yaşanmaktadır.

Aliya İslâmcıların tasavvurundaki ideal aydınlar/münevverler tipini şöyle açıklamaktadır: “Ufukta ancak tek bir yol gözükmektedir: İslâmî düşünce ve hissiyata haiz yeni bir entelijansiya oluşturulup bir araya getirilmesi. Bu entelijansiya böylece İslâm bayrağını dalgalandıracak ve İslâmî kalabalıklarla birlikte İslâm idealinin gerçekleştirilmesi için harekete geçecektir”.[12]

Said Halim Paşa ile Aliya İzetbegoviç’in aydın-halk kopuşuna dair eleştirilerinin merkezinde İslâm’dan uzaklaşma ve Batı hayranlığı vardır. Aydınların tamamına yakını Batı disipliniyle eğitim görmüştür ve meseleleri ele alış biçimleri Avrupa menşelidir. Bu sorun, ancak millî bir eğitim sisteminin oluşturulması ve İslâm’ın özüne dönüşle aşılabilir. Bunlar gerçekleştikten sonra toplum kendi bünyesinden arzu ettiği aydınlarını çıkartmaya başlayacaktır. Bu aydınlar kendi toplumuna yabancı olmayacak, halkın mukaddesat ve kültürüyle hemhâl olup, istek ve taleplerini muktedire dayatabilecek pozisyona gelecek ve halkı yönlendirebilme kuvvetini kendisinde bulacaktır; çünkü halk aydınına güvenecek ve kendi yaşamlarına ve düşün dünyalarına dokunma iznini onlara verecektir. Bu bağlamda “gaye birliği” meselesini ortaya koymaktadırlar. Halk ile aydın aynı gaye etrafında buluşmak zorundadır. Aksi takdirde aydının okumuşluğu ve bilgeliği sadece ait olduğu cemiyetle sınırlı kalacak, halka riayet edemeyecektir.

Not: Bu çalışma 2023 yılında Üsküp’te gerçekleşen Üsküp Düşünce Okulu 4. Öğrenci Sempozyumu’nda tebliğ edilmiş olup, Aralık 2024’te Genç Akademisyenler Birliği Sosyal Bilimler Dergisi’nin 4. Sayısında genişletilmiş hâliyle yayınlanmıştır.

Kaynakça

Akın, Mahmut Hakkı. “Said Halim Paşa Düşüncesinde Yerlilik Meselesi”. TYB Akademi3, (2011): 141-149.

Birkök, Mehmet. “Aydınlar ve Bazı Vasıfları”. Istanbul Journal of Sociological Studies, (26), (2000): 97-111.

Doğan, Mehmet. “Said Halim Paşa Osmanlı’sının ve Osmanlı Said Halim Paşa’sının Buhranları”. Special Issue 2, 3 (7),(2022): 173-188

Düzdağ, M. Ertuğrul. Said Halim Paşa: Buhranlarımız ve Son Eserleri. İstanbul: İz Yayıncılık. 1998.

İzetbegoviç, Aliya. İslâm Deklarasyonu ve Tarihi Savunma. İstanbul: Ketebe Yayınları. 2019.

Meriç, Cemil. Mağaradakiler. İstanbul: İletişim Yayınları, 1997.

Özcan, Zeki. “Sosyo-Kültürel Fenomenler Olarak Entelektüeller”. Doğu Batı Düşünce Dergisi: Entelektüeller II, 36,  (2006): 325-350.

Tavukçu, Zuhal. “Said Halim Paşanın Mefkûresi/Temel Düşünceleri”. Genç Hukukçular Hukuk Okumaları Birikimler V, (2016): 71-81.

Tavukçu, Zuhal. Said Halim Paşanın Mefkûresi/Temel Düşünceleri. Genç Hukukçular Hukuk Okumaları Birikimler V. (2016): 71-81.


[1] Cemil Meriç. Mağaradakiler, İletişim Yayınları, İstanbul, 1997, s. 15-16

[2] Zeki Özcan. Sosyo-Kültürel Fenomenler Olarak Entelektüeller, Doğu Batı Düşünce Dergisi: Entelektüeller, 36, 2006, s. 36.

[3] Mehmet Birkök. Aydınlar ve Bazı Vasıfları, Journal of Sociological Studies, 26, İstanbul, 2000, s. 104.

[4] Ertuğrul Düzdağ, Said Halim Paşa: Buhranlarımız ve Son Eserleri, Buhrân-ı Fikrimiz, İz Yayıncılık, İstanbul, 1998, s.93.

[5] Mahmut Hakkı Akın. Said Halim Paşa Düşüncesinde Yerlilik Meselesi, TYB Akademi, 3, s. 141.

[6] Zuhal Tavukçu. Said Halim Paşanın Mefkûresi/Temel Düşünceleri, Genç Hukukçular Hukuk Okumaları Birikimler V., 2016, s. 73

[7] Ertuğrul Düzdağ, Buhrân-ı Fikrimiz, İz Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 97.

[8] Ertuğrul Düzdağ, Buhrân-ı İctimâ’îmiz, İz Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 111.

[9] Ertuğrul Düzdağ, İnhitât-ı İslâm Hakkında Bir Tecrübe-i Kalemiyye, İz Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 170.

[10] Mehmet Doğan. Said Halim Paşa Osmanlı’sının ve Osmanlı Said Halim Paşa’sının Buhranları, Sosyologca, 2, 2022, s. 139

[11] Aliya İzetbegoviç. İslâm Deklarasyonu ve Tarihi Savunma, Ketebe Yayınları, İstanbul, 2019, s. 37.

[12] Aliya İzetbegoviç. İslâm Deklarasyonu ve Tarihi Savunma, Ketebe Yayınları, İstanbul, 2019, s. 39.

Benzer Yazılar

Yorum Yap